Denizin ve gemilerin romantik yorumcusu: Diyarbakırlı Tahsin
Doç. Dr. Aykut Gürçağlar
Türk resim sanatının ve sanatçısının doğa ile olan ilişkisinde önemli köşe taşlarından biri olan Diyarbakırlı Tahsin Siret Bey’in (1874-1937) yaşam öyküsü ve sanatçı kişiliğini M.S.G.S.Ü. Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aykut Gürçağlar anlatıyor.
18.yüzyılın başında Osmanlı resminde doğa gerçekçiliğinin ilk örnekleri minyatür sanatında bulunmaktadır. Minyatürlü elyazmaları aslında bir saray sanatıdır. Bu yazmalarda göze çarpan özellik bilinçli bir üçüncü boyut arayışıdır. Bu minyatürlü elyazmalarının konuları da bir dönüşüm olgusuna işaret etmektedir. Geleneksel konular yerini yavaş yavaş portreler, kır betimlemeleri, kıyafet ve çiçek resimlerine bırakmaya başlar (Renda 1982:32). Batı ile olan çok yönlü ilişkiler Osmanlı sanatındaki evrimin temel kaynaklarından biridir. Siyasi münasebetlerin yanı sıra itcari ilişkilerle ülkeye giren çeşitli mamul eşyaların yanı sıra gravürlü kitaplar imparatorlukta yaşayan sanatçıların natüralist betimleme mantığına aşina olmalarına yol açan bir etken olarak görülür. Bir başka önemli nokta Batı tarzı doğa gerçekçisi betimleme anlayışının ilk olarak Osmanlı sarayı ve onun etrafındaki çevre arasında yayılmaya başlamasıdır. Bunda ülkede yaşayan gayrimüslim sanatçıların etkinliklerinin de payı bulunduğunu söylemek gerekir. Bu evrimin en önemli örneklerinden bir Kapıdağlı Konstantin’in betimlediği “3. Selim Portresi”dir. Yağlıboya tekniğinde yapılmış olmasının yanı sıra bu portre Batı tarzı doğa gerçekçisi bir resim olarak Osmanlı sarayının bu dönüşümdeki etkinliğini göstermektedir. Saray bu yeni sanat anlayışını bundan sonra kesintisiz olarak destekleyecektir.
“Yavuz ve Hamidiye Seyir Halinde”, 59x80 cm, tuval üzerine yağlıboya. Fotoğraf: © Antik A.Ş. arşivi.
“İstanbul”, 34x44 cm, tuval üzerine yağlıboya. Fotoğraf: © Antik A.Ş. arşivi
Batı tarzında resim anlayışının Osmanlı ülkesinde tanınarak yayılmasında 18.yüzyıldan itibaren merak ya da elçiliklerde çalışmak gibi çeşitli nedenlerle Osmanlı başkentine gelen Avrupalı sanatçıların da payı vardır. Bu sanatçılardan bazıları Osmanlı sarayına hizmet etmiş, bazıları İstanbul’a yerleşmiştir. Bütün bir 18.yüzyıl içinde İstanbul’a gerek elçiliklerde çalışmak üzere gerekse merak nedeniyle gelen Batılı sanatçılardan bazıları saraya hizmet etmiş, bazıları kalıcı olarak Osmanlı başkentine yerleşmiştir. İstanbul’a gelen ya da başkente yerleşen Batılı sanatçıların yerli sanatçılarla etkileşim içinde olduğunu ve saray için yapıtlar ürettiklerini ifade etmek gerekir. Resim sanatındaki yeni dönüşüme şekil veren bir etken olarak bu etkileşimi de burada zikretmeliyiz (Tansuğ 1986: 38-40, İnankur ve Germaner 1989: 59, 63, 67-68, 72, 74-75, 77-78).
Avrupa’da düzenli orduların kuruluşunda en önemli rol 18.yüzyılın başında askeri okulların yapılandırılması eylemidir. (Ortaylı 2006: 42). 18.yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nda da modern bir ordu oluşturma çabalarının ilk örneklerine rastlanır. Mühendishane-i Bahrii Hümayun (1773) ve 19.yüzyılın başlarında, 1831’de Mühendishane-i Berrii Hümayun kurulmuştur. Bu okullar kara ve deniz harp okullarının imparatorluktaki ilk örnekleridir. Mühendishanelerde yapılacak olan eğitim ilk başta Avrupa’dan gelen uzman subaylar ekseninde gerçekleştirilir. Derslerde perspektifli üç boyutlu resim yapmanın temelleri öğretilmeye başlamıştır. Harp okullarına Müslüman hoca sağlama işi bir süre 1848 Devrimi’nin ardından ülkeye sığınan Macar ve Polonyalı subaylardan din değiştirerek Müslüman olanlarca karşılanmıştır. (Tansuğ 1986: 51-52, Ortaylı 2006: 44). 19.yüzyılın başındaki köklü dönüşümün ilk göstergelerinden biri 3.Selim’in hayatını kaybederek tahttan indirilmesi olayıdır. Rusya’da bir yüzyıl önce başlayan modernleşme hareketi 2. Mahmud ile önce Yeniçeri örgütünün kanlı bir biçimde ortadan kaldırılmasıyla başlar. 2. Mahmud’un modernleşme eylemine başladığı sırada Mühendishane varlığını sürdürmektedir. Buna ek olarak yeni bir askeri okulun kurulmasıyla oluşturulan orduya askeri kadro yetiştirilmeye başlanır. Bunu okulların eğitiminde kullanılacak kitapların yabancı dillerden tercümesi takip eder. Bürokrat yetiştirecek olan Mekteb-i Maarif-i Adliye, sağlık hizmeti verecek kadroyu oluşturmak için Mekteb-i Tıbbiye kurulur. İmparatorluğun idari iskeletini oluşturan yapının kökten değişimi de yine aynı zaman dilimine denk düşer. Yerel yöneticiler olan ve bir tür derebeylik sisteminin uzantısını oluşturan ayanlar ortadan kaldırılarak, valilik kurumu meydana getirilir. Hatta en küçük yönetsel örgütlenme olan muhtarlık kurumu da bu dönemde ortaya çıkar. Avrupa yönetim sistemindeki bakanlıkların karşılığı olarak Osmanlı devletinde de nazırlıklar kurularak bürokratik kurumların temeli atılmıştır (Ortaylı 2006: 42-48).
“Dalgalı Denizde Gemi”, 50x73 cm, tuval üzerine yağlıboya. Fotoğraf: © Antik A.Ş. arşivi
“Sultan Osman Drennotu”, 181x121 cm, tuval üzerine yağlıboya, © Askeri Müze resim koleksiyonu.
19.yüzyılın başında kurulan askeri ve sivil eğitim kurumları ilk Osmanlı ressamlarının da yetiştikleri yerlerdir. Bu ressamların arasında ilk kuşağı oluşturanlar Mühendishane’den mezun olan Ferik İbrahim Paşa (1815-1899) ve Mekteb-i Harbiye’den yetişen Ferik Tevfik Paşa’dır. (1819-1866) (Tansuğ 1986: 51). Kolağası Hüsnü Yusuf Bey’in (1817-1861) bu ressam kuşağı içinde yer almasına ve Sultan Abdülhamid tarafından Berlin, Paris, Viyana gibi Avrupa başkentlerine gönderilmesine karşın, elde bir çizimi dışında başka bir eseri bulunmamaktadır (Erol 1982: 107-108; Tansuğ 1986: 53), Mühendishane ve Harbiye Mektebi’nde cansız modelden çalışmanın yanı sıra doğadan resim yapmayı öğreten dersler konulmuştur (Erol 1982: 100-101), Mühendishane ve Harbiye Mekteb-inde çeşitli konularda uzman yetiştiren sınıfların olduğu bilinir. Bunlar arasında “Menşe-i Muallim”in ya da Öğretmen Sınıfı olarak bilinen sınıfın iki yıllık bölümünden yetişenler askeri rüştiyelere, dört yıllık sınıfından mezun olanlar askeri idadilere öğretmen olarak atanmışlardır (Erol 1982; 100, Tansuğ 1986: 52). Bu öğretmenlerin ilk kadrolarını oluşturduğu askeri idadiler 1845 yılında kurulmuştur ve bu okullar ortaokul derecesinde eğitim vermektedir (Cezar 1995: 383, 391). Osmanlı Devleti Avrupa’ya eğitim için öğrenci gönderme etkinliğinde de bulunmuştur. Bu etkinliğin ilk halkasını 1835 yılında Londra, Berlin, Paris ve Viyana’ya gönderilen öğrenciler oluşturur. Bu öğrenciler arasında Ferik İbrahim Paşa ve Ferik Tevfik Paşa vardır. 1838 yılında ise Paris’e üç, Viyana’ya yedi öğrenci gönderilmiştir (Tansuğ 1986: 54, Cezar 1995: 378), 19.yüzyılın ikinci yarısında kurulan Galatasaray Mekteb-i Sultanisi, Mekteb-i Sanayi (1868) ile Darüşşafaka Mektebi (1873), eğitim programlarında resim dersleri olan okullardır (Cezar 1995: 378; Tansuğ 1986: 52-53). Osmanlı ressamlar kuşağının ikinci nesil temsilcilerinden olan Ahmet Ali Bey (Şeker Ahmet Paşa) ile Süleyman Seyyit Bey, Avrupa’ya ilk ve son kez gezi düzenleyen Osmanlı hükümdarı olan Sultan Abdülaziz 1867 yılında Paris’e geldiğinde bu sanatçılar Cabanel ve Boulanger’nin atölyelerinde resim eğitimlerine devam ediyorlardı (Tansuğ 1986: 54-55).
19.yüzyılın üçüncü çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu’nda resim sanatı adına iki önemli gelişmeden söz edilebilir. Bunlardan birincisi ülkemizde halka açık olarak düzenlenen ilk resim sergileridir. Batı tarzı resmi halka tanıtmak ve sevdirmek amacıyla açılan üç serginin de düzenleyicisi Şeker Ahmet Paşa’dır. Bu sergilerin ilki Sanayi Mektebi’nde 27 Nisan 1873’te açılır; sergide sadece Şeker Ahmet Paşa’nın eserleri yer alır. İkinci sergi Darülfünün binasında, 1874’te ve üçüncü sergi 1900 yılında Pera Palas’ta açılır (Tansuğ 1986: 92; Cezar 1995: 425-30; Dürrüoğlu 1977: 4, 10; Ozanoğlu 1983: 14-15, Gören 1998: 34-35), Osmanlı İmparatorluğu’nda görsel sanatları derinden etkileyen ikinci önemli hadise Batılı anlamda bir güzel sanatlar okulunun kurularak eğitime başlamasıdır. Paris’teki Academie des Beaux Arts örnek alınarak yaşama geçirilen bu ilk güzel sanatlar okulunun kurucusu arkeolog, ressam, müzeci Osman Hamdi Bey’dir. Yeni bir Türk sanatçı kuşağı 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi adıyla kurulan bu okuldan yetişecektir. (Tansuğ 1986: 106-109, Cezar 1995: 448-75, H. Edhem 1970: 36-38). Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasının ardından gelen süreçte asker kökenli ressamların ülkenin görsel sanatlar atmosferine hâlâ önemli katkılarda bulundukları gözlenir. Bir kısmı Sanayi-i Nefise Mektebi”nde de eğitim almış olan asker ressamların üçüncü kuşağının önde gelen temsilcileri Halil Paşa, Osman Nuri Paşa, Hoca Ali Rıza, Ahmet Ziya Akbulut, Hasan Rıza ve Diyarbakırlı Tahsin’dir.
“Çanakkale Deniz Savaşı”, 1915, 121x195 cm, tuval üzerine yağlıboya, © İstanbul Deniz Müzesi koleksiyonu.
Asker ressamlar kuşağının bu üçüncü nesli arasında Diyarbakırlı Tahsin adıyla bilinen ve Cumhuriyet döneminde Siret soyadını alan Tahsin Bey tekniği ve ele aldığı konularla özgün bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Tahsin Bey 1874 yılında Diyarbakır’da dünyaya gelmiştir (Seçkin 2088: 607). Kuleli Askeri Lisesi’nde eğitim gören Diyarbakırlı Tahsin Bey, resim konusundaki ilk bilgilerini burada hocası olan Osman Nuri Paşa’dan edinmiştir. Daha sonra aynı okulda Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığı görevini sürdüren ressam Hoca Ali Rıza Bey, Diyarbakırlı Tahsin Bey’in resim alanında yararlandığı diğer önemli sanatçılardan biridir. Diyarbakırlı Tahsin Bey özellikle doğadan çalışma ve eskiz yapma alışkanlığını Hoca Ali Rıza Bey’den edinmiştir. Öyle ki sanatçının deniz kıyısındaki çay bahçelerinde oturarak burada başta deniz olmak üzere doğadan eskizler yaptığı bilinmektedir (Boyar 1948: 114). Diyarbakırlı Tahsin Bey Harbiye’den 1895 yılında “Mülazım-ı Sani” rütbesiyle mezun olarak çeşitli askeri kıtalarda görev yapmıştır. İstanbul Harita Dairesi’nde görev yapmaya başladığı dönemde, o sırada müdürlüğünü Osman Hamdi Bey’in yapmakta olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’ne dışarıdan devam ederek burada resim eğtimi görmüştür. Hatta sanatçının bu eğitimi sırasında Sanayi-i Nefise Mektebi’ndeki eğitim sistemine büyük bir tepki gösterdiği bazı kaynaklarda zikredilmektedir (Yetik 1940: 147-156, Tansuğ 1986: 100, Seçkin 2008: 607-608). Diyarbakırlı Tahsin Bey 1906 yılında yüzbaşı, 1914’te binbaşı rütbesine yükselmiştir. Sanatçı 1914-18 yılları arasında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Resimhanesi’nde resim hocalığı görevi yapmıştır. Bu görevi sırasında patlak veren Çanakkale Savaşı dolayısı ile savaş görüntüleri resmetmek üzere harbin cereyan ettiği Çanakkale’ye gönderilmiştir. Bu resimlerin yapılması emri Osmanlı sarayı tarafından verilmiştir. 9 Kasım 1915 tarihli bir belge sanatçının bu etkinliğinden bizi haberdar ettiği gibi, 1966 yılına kadar İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi koleksiyonunda bulunan ve bu tarihte İstanbul Deniz Müzesi koleksiyonuna taşınan “Çanakkale Deniz Savaşı”, “Majestic Zırhlısının Batışı”, “Bouvet’nin Çanakkale’de Batışı” adlı tablolar da Diyarbakırlı Tahsin Bey’in Çanakkale Savaşı’nın görgü tanıklarından biri olduğunu göstermektedir (Bolel Koç 2006: 50-56, Seçkin 2008: 607-609).
Diyarbakırlı Tahsin Bey 1.Dünya Savaşı yıllarında büyük olasılıkla da Çanakkale Savaşı sonrasıda hastalanmıştır. Tedavi amacıyla o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı olan Budapeşte’ye gönderilmiştir. Burada kaldığı süre içinde Macar asıllı bir kadınla evlenmiştir ve hastalığının tedavi edilmesinin ardından ülkesine dönmüştür. Sanatçının Macaristan’da geçirdiği süre içinde yaptığı çalışmalardan bir kısmı birkaç yıl önce Macaristan’da bulunmuştur. Osmanlı sanatçılarının eserlerini yurt dışına tanıtmak üzere 1918 yılında düzenlenen, sergi komiserliğini Celal Esad Bey’in (Arseven) ve yardımcılığını da Namık İsmail Bey’in yaptığı Viyana Sergisi’ne sanatçı yedi eserle katılmıştır (Seçkin 2008: 609-610, Gören 1999: 600, Gören 1997: 158, Tansuğ 1997: 1730-1731, Yetik 1940: 154-156, İslimyeli 1967: 723-725). Diyarbakırlı Tahsin Bey Erkan-ı Harbiye’deki görevinden 1919 yılında binbaşı rütbesindeyken emekli olarak ayrılmıştır. Sanatçı Beyoğlu’nda bulunan bir Musevi okulunda haftada bir gün resim dersleri vermiş, Seyr-ü Sefain İdaresi’nde bulunan resimhanede çalışmalarını 1937 tarihindeki vefatına dek sürdürmüştür (Seçkin 2008: 610-611, Yetik 1940: 155-156).
“Ortaköy Camii”, 32x39 cm, tuval üzerine yağlıboya, Fotoğraf: © Antik A.Ş. arşivi
Diyarbakırlı Tahsin Bey resim konusundaki ilk bilgilerini aynı zamanda kendisi de deniz konulu resimleriyle tanınan bir sanatçı olan Osman Nuri Paşa’dan almıştır (Tansuğ 1986: 100), 19.yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren deniz konulu resiler yapan bir ressam grubunun ortaya çıktığını görüyoruz. Bu ressamların deniz konulu resimler ele almalarını Sultan Abdülaziz’e deniz konulu resimler yapan Ayvazovski’e bağlayan araştırmacılar vardır (Tansuğ 1986: 100). Ancak Ayvazovski’nin konunun ele alınmasında ilham verici bir katkı sağladığını, hatta üslupsal olarak da bu ilhamı verdiğini düşünsek dahi, denizin, özellikle de gemi ve denizin bir arada ele alındığı resimlerin bir grup sanatçı arasında sevilerek işlendiğini açıklamak için bunu yegane dayanak olarak görmek pek olası değildir. İstanbul imparatorluğun başkenti olarak zengin bir ticaret merkezidir ve 19.yüzyıl ticaretin yoğun ve hızlı bir biçimde geliştiği bir zaman dilimidir. Bu ticari yoğunluğu sağlayan başlıca etkenler buhar makinesiyle çalışan tren ve gemilerdir. Bir liman kenti olan İstanbul her iki ulaşım aracıyla 19.yüzyılın ortalarında tanışmıştır. Bu zaman kesiti aynı zamanda Batı tarzı resmin de özellikle Osmanlı sanatçıları arasında yeni yeni yaygınlık kazandığı bir süreci ifade eder. Bu nedenle Osmanlı sanatçılarına göre yeni bir anlayış ve algılayış biçimi olan Batı tarzı resim ile dönemin en önemli yeniliklerinden olan buharlı gemiler büyük bir anlamsal örtüşme meydana getirirler. Bu örtüşme Osmanlı ressamları için yeni bakış açılarının yaratılacağı bir alan oluşturur. Diğer yandan İstanbul limanını, boğazını, tekneleri, kısacası İstanbul’un denizden görünüşünü pek çok Batılı sanatçı resimlerine konu edinmiştir. Bu ressamlar grubuna “Ertuğrul Gemisinin Tokyo Körfesinde Batışı” adlı resmiyle de bilinen Osmanlı Nuri Paşa ile Diyarbakırlı Tahsin Bey’in yanı sıra, daha önce bir halk ressamı olarak çalışan gemi resimleriyle bekar odalarının, kahvehanelerin duvarlarını süsleyen Emin Baba, Mülazım İhsan, fotoğraftan bolca yararlanarak resmi düşsel bir mekan yorumuna ulaştıran foto-realist Osmanlı sanatçılarından olan Fahri Kaplan, Ali Sami Boyar, Hüsnü Tengüz, Hasan Rıza ve Halit Naci gibi sanatçılar dahil edilebilir (Tansuğ 1986: 81-82, 84-87, 100, 368, Seçkin 2008: 607-610).
Diyarbakırlı Tahsin Bey’in resim sanatı ile ilgili ilk bilgileri askeri okul öğrencisiyken Osmanlı Nuri Paşa’dan aldığını biliyoruz. Öte yandan sanatçının askeri lisenin tatil günleri olan Cuma günlerini Galata rıhtımındaki çayhanelerde oturarak kentin ve gemilerin eskizlerini yaparak geçirdiği de bilinir. Sanatçının Mekteb-i Harbiye’de ressam sınıfına ayrılması, burada Hoca Ali Rıza’nın eğitiminden geçmesi Diyarbakırlı Tahsin Bey’e resim sanatının pek çok temel tasarım özelliklerini kazandırmıştır. Sanatçı karakalem desen yapmayı, doğayı bir model olarak kullanmayı, perspektifi ve renk kullanımını özellikle Hoca Ali Rıza’dan yararlanarak öğrenmiştir. Bunu sanatçının resimlerini incelediğimizde gözlemleyebiliyoruz.
Diyarbakırlı Tahsin Bey’in resimlerini iki ana gruba ayırabiliriz. Birinci gruba geminin temayı oluşturduğu deniz konulu resimleri, ikinci gruba da güçlü bir kompozisyon bilincinin egemen olduğu İstanbul görünümlerini yerleştirebiliriz. Sanatçının gemi temalı deniz resimlerinde ele aldığı gemiler drednot tipi, buharlı savaş gemileri, buharlı yolcu gemileri ve yelkenli kalyonlardır. Bu gemiler günün farklı saatlerinde farklı hava koşullarında betimlenmişlerdir. “Yavuz Zırhlısı” adlı tablosu drednot tipi bir savaş gemisi olan Yavuz’u fırtınalı bir denizin ortasında hızla yol alırken göstermektedir. Kabaran dalgalar kompozisyonun ön planından arkaya doğru uzanırken gözü de zırhlıya doğru yönlendirir. Diyarbakırlı Tahsin Bey’in üslüpsal olarak kaynaklarına baktığımızda Ayvazovski’den daha öncelere uzanan sanatçılarla karşılaşırız. Fırtınalı deniz temasını Batı resminde tarihsel bir konu içinde ele alan en önemli sanatçı Theodore Gericault’dur. “Medusa’nın Salı” adlı resmi Romantik akının en önde gelen yapıtlarından biridir. Dalgalı, fırtınalı denizi, dramatik bir ışık ile kullanarak konunun duygusal etkisini artıran Gericault, Barok üsluptan aldığı kompozisyon ve teknik unsurları politik bir eleştirinin Romantik bir anlatımının aracı haline dönüştürür. Diyarbakırlı Tahsin Bey’in eserlerinde de Romantik resim sanatının pek çok temel unsurunu buluruz: dalgalı, fırtınalı ya da sakin bir deniz, gri, soluk bir ışık ya da kızıl bir günbatımı içinde izleyeni farklı ruh durumlarına sokmayı amaçlayan bir anlatımın ürünleridir bunlar. Yeniden “Yavuz Zırhlısı”na dönecek olursak burada aynı zamanda insanı ezen, insanın üzerine çıkan bir doğaya karşı insanın kudretini, doğayla olan mücadelesinin teknolojiyle başarıya ulaşmasının bir göstergesi olarak yorumlanabilecek bir bakış açısını sezebiliriz. William Turner’ın da sanatçının resimleri üzerinde bilinçli ya da bilinçsiz bir etki yaptığını, ancak resmin verdiği mesaj ya da anlattığı konu bakımından ciddi bir ayrılık içinde olduğunu da belirtmek koşuluyla söylemek olasıdır. Sanatçının savaş gemilerini ele aldığı pek çok resim onları sefer halindeyken, genellikle de açık denizde dalgalarla ve fırtınalı bir havada dramatik bir ışık ve diagonal bir yerleştirim içinde betimler. Bütün bu kompozisyon özellikleri ve teknik yaklaşımlar sanatçıyı Romantik bir manzara ressamı olarak değerlendirmeye götürecektir. Çanakkale Savaşı’nda yaptığı resimlerde de savaşın şiddeti, gemilere atılan topların suda yarattığı dalga ve patlamalar, güçlü renk ve perspektif kullanımıyla sanatçıyı kudretli bir ressam olarak öne çıkarmaktadır. Seyr-i Sefain İdaresi’nin resimhanesinde gerçekleştirdiği resimler içinde “Cumhuriyet Vapuru” temalı betimlemeler de çok dikkat çekicidir. Bu gemi Osmanlı döneminden 1950’li yıllara kadar kullanılan bir uzunyol yolcu gemisidir. Büyük olasılıkla ilk yapıldığı dönemde ülkenin en büyük yolcu gemilerinden biriydi. Böylesi bir teknoloji harikası ulaşım aracının İstanbul gibi bir liman ve ticaret kentinde bulunması sanatçı için heyecan verici bir konu meydana getirmiştir. O nedenle bu vapurun limanda demirli ya da açık ve dalgalı denizde sefer halindeyken gösteren çeşitli betimlemelerini yaptığını biliyoruz. Diyarbakırlı Tahsin Bey’in. Bu betimlemelerde de günün farklı saatlerindeki ışık dramatik bir şekilde ve yetkin bir fırça ile kullanılmıştır. Kimi resimlerde arka fonda tarihi yarımada silueti ön plandaki gemiye bir liman kenti atmosferi yaratarak konuyu bir deniz resmi olmanın ötesinde kent manzarası görünümüne taşıyan önemli bir unsur olarak karşımıza çıkar.
Diyarbakırlı Tahsin Bey’in ele aldığı konuların ikinci grubuna İstanbul manzaraları oluşturur. Bu manzaralardan kentin farklı bölgeleri günün farklı saatlerinde, farklı ışık altında gösterilmiştir. Sanatçının Ortaköy Camii’ni konu edindiği resimlerinde genellikle gün batımı manzarası ve cami teması ön plana çıkar. Batan güneşin yarattığı geniş gölgeli alanlarla ışığın aydınlattığı alanlar arasındaki keskin karşıtlık izleyiciye dingin bir görüntünün devinim içinde bir heyecan yansıması yaratabileceğini gösteren başarılı örneklerdir. Kuşkusuz Turner ve Gericault gibi sanatçılar bu türden manzaraların erken örneklerini vererek sanatçıya örnek oluşturmuşlardır. Öte yandan Boğaziçi tepelerinden İstanbul Boğazı görüntülerinde doğa parçasının konunun ana unsuru olduğu bir bakış açısını yani insan figürü ya da tarihsel bir hikayeyi anlatmanın yerine doğanın insana yaşam sevinci veren güzelliğinin tarihsel konular kadar, hatta onlardan da önemli olduğunun bir ifadesidir. Sanatçının model olarak doğayı doğrudan ve yerinde yapılmış eskizlerle ele alması Türk sanatçılarının fotoğraftan yararlanmak yerine korkusuzca doğadan çalışmaya başladıklarının da bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı şeyleri sanatçının tarihi yarımadayı gösteren peyzajları için söylemek mümkündür. Güçlü bir kompozisyon, derin bir perspektif, yetkin bir renk anlayışı sanatçının Hoca Ali Rıza’dan edindiği resimsel yaklaşımı özgün bir yoruma ulaştırdığını göstermektedir. Diyarbakırlı Tahsin Siret Bey Türk sanatçısının doğa ile olan ilişkisinde önemli köşe taşlarından biridir. Bu bakımdan Diyarbakırlı Tahsin Bey, Batı tarzı resmi model olarak kullandığı dış mekana uygulayan, rengi ön plana çıkararak duygusal etkilere önem veren ve Osmanlı döneminde başlayan Batı tarzı resim geleneğini Cumhuriyet dönemine taşıyarak yeni bir kuşağın yetişmesinde pay sahibi olan önemli bir sanatçıdır.
“Hamidiye’nin Rus Muhripleri ile Muharebesi”, 1917, 96x144 cm, tuval üzerine yağlıboya, © İstanbul Deniz Müzesi koleksiyonu.
KAYNAKÇA:
- Bolel Koç 2006, Bolel Koç, Pınar, “Diyarbakırlı Tahsin Cepheden Çiziyor”, Tarih ve Düşünce, 64, Mart, İstanbul, 2006: 50-56.
- Boyar 1948, Boyar, S. Pertev, “Türk Ressamları Hayatları ve Eserleri”, Ankara, 1948.
- Cezar 1995, Cezar, Mustafa, “Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi I”, İstanbul, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor ve Sağlık Vakfı, 1995.
- Dürrüoğlu 1977, Dürrüoğlu Dürrüzade Ayhan, “Şeker Ahmet Paşa”, Ankara, 1977.
- Erol 1982, Erol, Turan ve Renda, Günsel, “Başlangıcından Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi II”, İstanbul, Tiglat Yayınları, 1982.
- Gören 1997, Gören, A. Kamil, “Türk Resim Sanatında Şişli Atölyesi ve Viyana Sergisi”, İstanbul, 1997.
- Gören 1998, Gören A. Kamil, “50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu”, İstanbul, Akbank Kültür ve Sanat Kitapları, 1998.
- Gören 1999, Gören, A. Kamil, “Tahsin (Diyarbakırlı)” , Yaşamları ve Yapıtları ile Osmanlılar Ansiklopedisi, 2, İstanbul, 1999: 600.
- H. Edhem 1970, Halil Edhem, “Elvah-ı Nakşiye Koleksiyonu”, 1970, İstanbul, Milliyet Yayınları. İslimyeli 1967, İslimyeli Nüzhet, “Tahsin Bey, Diyarbakırlı”, “Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi, 3. Ankara, 1967: 723-725.
- İnankur ve Germaner 1989, İnankur, Zeynep ve Germaner, Semra, “Oryantalizm ve Türkiye”, İstanbul, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Sanat Yayınları, 1989.
- Ortaylı 2006, Ortaylı, İlber, “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”, İstanbul, Alkım Yayınevi, 2006.
- Ozanoğlu 1983, Ozanoğlu Sönmez G., “Şeker Ahmet Paşa ve Türkiye’de İlk Resim Sergisi”, Yeni Boyut Plastik Sanatlar Dergisi, 2/13, Ankara, 1983: 14-15.
- Seçkin 2008, Seçkin, Selçuk, “Diyarbakırlı Ressam Tahsin”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Diyarbakır Valiliği ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2008: 607-617, Tansuğ 1986, Tansuğ, Sezer, “Çağdaş Türk Sanatı”, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1986.
- Tansuğ 1997, Tansuğ, Sezer, “Tahsin (Diyarbakırlı)”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 3. İstanbul, 1997: 1730-1731.
- Yetik 1940, Yetik, Sami, “Ressamlarımız”, 1, İstanbul, 1940.