Nazmi Ziya Güran
Taha Toros
Ünlü ressamımız Nazmi Ziya Güran'ın geçmişi tarihin derinliklerinden gelen bir kültür ailesine dayanmaktadır. Fatih Sultan Mehmed'in hocası "Molla Gürani" Nazmi Ziya'nın soyağacının başlangıcını oluşturur. O dönemden itibaren İstanbul'un kalburüstü ailelerinden oluşan bu soydan gelenler, daha çok, devlet hizmetinde görev aldılar. Nazmi Ziya'nın babası Ziya Bey ilk nüfus genel müdürlerindendi. Aile, dedelerinden gelen "Gürani"yi "Güran" olarak soyadı aldı.
Ressamımız 1881 yılında Aksaray'da doğdu. "Süleyman Nazmi" adı verildi. Vefa İdadisi (Lisesi)nden mezun oldu.
Meslek Seçiminde İhtilaf
Süleyman Nazmi, çocukluk döneminde beliren resme karşı eğilimi dolayısıyla, dönemin Güzel Sanatlar Akademisi'ne girmek istiyordu. Babası karşı çıktı. O günlerde resim sanatına fazla değer verilmiyor, tüm arzulur, devlet dairelerine yönelmiş bulunuyordu.
Süleyman Nazmi, babasının isteği üzerine -gönülsüz olarak- Mülkiye Mektebi'ne girdi. 1901 yılında mezunu olarak Sadaret (Başbakanlık) kaleminde görev aldı.
Ne varki, Süleyman Nazmi'nin gözü ve gönlü güzel sanatlara yönelikti. Babası ölünce ruhundaki sanat alevi ile arzuladığı "Sanayi-i Nefise Mektebi"ne girdi.
Nazmi Ziya'nın Hocaları
Nazmi Ziya'yı biri Türk, biri Fransız olan iki sanatkâr etkiledi. İlk hocası olan Ali Rıza Bey, ona, bu mesleğin soyluluğunu aşıladı. Sanayi-i Nefise Mektebi'ndeki hocalardan Warnia, Vallery gibi ünlü ressamların öğrencisi oldu.
Nazmi Ziya'yı etkileyen Fransız ressamından, yazımızın ilerideki bölümünde söz edilecektir. Nazmi Ziya, Sanayi-i Nefise Mektebi'ni -hocaları ile bir sürtüşme dolayısıyla- bir yıl geç bitirdi. Özellikle Vallery onun yaptığı resimlere "izlenimci" bir gölge düşürmesini istemiyordu. Bu yüzden bir yıl geç diploma aldı.
Paul Signac'ın Etkisi
Nazmi Ziya 1905 yılında İstanbul'a gelen Fransız ressamı Paul Signac'ın Haliç'teki çalışmalarını -Sanayi-i Nefise talebeliği sırasında izleme fırsatı buldu. Batı resmindeki zenginliği bu sırada gördü. Ünlü Fransız ressamı Paul Signac'ın Türkiye ile ilgili anıları bulunmaktadır. Paul Signac 1905 yılında Venedik'teki çalışmalarını İstanbul'a kadar uzatma kararındadır. Paris'ten yola çıkmadan once, Fransız Dışişleri Bakanlığı'na başvurarak İstanbul'dan bazı görüntülerin resmini yapmak için Osmanlı yönetiminden izin sağlanmasına aracılık ister. Signac'ın bu arzusu Osmanlı Sefareti kanalıyla Babıâli'ye ulaşır.
O yıllardaki uygulamaya göre camilerin ve herhangi bir tarihi görüntünün resmini yapmak padişahın iznine tabidir. Signac'ın dilekçesi Sultan Abdülhamid'e arz edilir. Padişah tarafından Signac'ın cami resimleri yapmasına izin verilir.
Bu durum ve Signac ile ilgili işlemler Fransa Dışişleri Bakanlığı'nın Quais D'orsay'daki arşivinde yer aldığı gibi, Osmanlı Arşivi'nde de yer almış bulunuyor. Tespitimize göre bunlardan biri Başbakanlık Arşivi'nin 1322-1323/199 tarih ve numaralı dosyasındadır. Konu Fransız ressamları Signac ve Person ile ilgilidir. Signac'ın 1905 yılında İstanbul'a gelişinde, Haliç'ten cami resmi yapılırken yukarıda belirttiğimiz gibi, Sanayi-i Nefise öğrencilerinden Nazmi Ziya izin alarak onun çalışmalarını izlemiştir.
Nazmi Ziya, ilk defa böyle bir sanat ziyafetinde hazır bulunuyordu. Signac'ın İstanbul'daki çalışmaları onu çok etkilemiş, dünyanın sanat merkezi olan Paris'e gitmeyi, iyice aklına koymuştur. Nitekim bu arzusu gerçekleşir. 24 yaşındaki Nazmi Ziya'nın izlediği ve halen Louvre Müzesi'nde 1844 numarada yer alan "Süleymaniye Camii"nin desenini bu makalemiz içerisinde bulacaksınız.
Nazmi Ziya'nın Paris Yılları
Nazmi Ziya, 1908 yılında Güzel Sanatlara Akademisi'nden mezun olduktan sonra Paris'e gitti. Özel kabiliyeti, Akademi'den aldığı sanat ışığının birleşimiyle oradaki değişik atölyelerde çalıştı. Bu arada Signac'la da buluştu. Viyana'ya ve Berlin'e kadar uzanarak resim sanatı alanındaki görgü ve bilgisini zenginleştirdi. İlk, Türk empresyonisti olarak 1913'de yurda döndü.
İzmir'de ve İstanbul'daki Çalışmaları
Nazmi Ziya, önceleri İzmir'de öğretmenliklerde bulundu. Mesleki çalışmalarını orada sürdürdü. Daha sonar İstanbul'da Maarif Nezareti'nin güzel sanatlarla ilgili bürolarında görev aldı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Çanakkale'de yaratılan kahramanlık olaylarını tespit etmek üzere 1917 yılında Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın seçtiği heyete Nazmi Ziya da alındı. Burada yaptığı dört tablo ile ressamımız, şöhret merdiveninin basamaklarında gözükmeye başladı.
Nazmi Ziya'nın Akademi Müdürlükleri
Nazmi Ziya iki kez Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlüğü'ne atandı. Önce 9 Aralık 1918 tarihinde bu okulun müdürlüğü ile resim hocalığına başladı. 1926 yılında, resim eğitiminde bulunan gençlerin çalışmalarını izlemek maksadıyla Paris'e gönderildi. Bu görevi bir yıl sürdü.
Dönüşünde kısa bir müddet Akademi Müdürlüğü'nü üstlendi. Bu görevi Namık İsmail'e devretti. Her ikisi elbirliği yaparak Sultan Ahmet'deki Sanayi-i Nefise'yi Fındıklı'ya taşıdılar.
Nazmi Ziya'nın Yaşantısındaki Özellikler
Ressamımız, yaratılışı açısından alçakgönüllülüğün temsilcisi gibidir. Ne varki, bir keresinde Akademi Müdürlüğünden azledilerek açıkta bırakılması onu perişan etmiştir. Bu açıdan, kıymeti hakkıyle takdir edilememiş talihsizlerdendir.
Zaman zaman toplumdan uzak, köşe bucak yaşamış, iç sıkıntısını tabiatla başbaşa kalarak ve göz alıcı tablolar yaparak gidermiş, bu alanda fırçası, ona en yakın gönül arkadaşlığı yapmıştır.
Nazmi Ziya en çok tabiatı tuvale geçiren bir ressam olarak tanınır. Çok erken kalktığı, tabiatla başbaşa kalarak güneşin doğuşunu beklediği bilinmektedir. Onun kadar yeşilliği, ağaçları ve güneşin bunları okşadığı anları tespit edebilen ressam pek azdır.
Nazmi Ziya son yıllarını Süleymaniye'deki, planını kendi çizdiği, yapımında bir inşaat işçisi gibi çalıştığı konak yavrusunda geçirmiştir. Salkım salkım çiçekler bu konağın duvarından sokağa bakan bekçiler gibiydi. Kendinin hem komşusu, hem talebesi olan Arif Kaptan bir yazısında ona ait anıları çok güzel anlatır. Nazmi Ziya bu öğrencisine şunu söylemiştir: "- Sanat hiçbir zaman fena yürekli insanların harcı değildir."
Politikaya Girme Arzusu
Nazmi Ziya 1931 yılında milletvekili seçimlerinde bağımsız olarak "İstanbul"dan adaylığını koydu. Bu seçimde İstanbul'dan çok sayıda bağımsız adaylar vardı. Hiçbiri seçimi kazanamadı.
Sergi Kataloglarında Nazmi Ziya
Nazmi Ziya Ressamlar Cemiyeti'nin Galatasaray'da açtığı sergilerin çoğuna katılmıştır. Kendisi ile ilgili olarak en çok 1920 Sergisi'ndeki eserleri dolayısıyla yayınlar yapılmıştır.
1920 Sergisi'ndeki eserleri üzerine -Türkiye'de gerçek resimden anlayan bir koleksiyoner olan- Keçeci Salih Fuat Bey "Ümit" dergisinde onu şu sözlerle tanıtır: "Nazmi Ziya Bey, ressamların en mütefekkir ve münekkitlerinden biridir. Resim sanatında bir üstaddır."
Son Halife Abdülmecid Efendi bilindiği üzere, büyük bir ressam ve aynı zamanda sanat konularında görüşlerine değer verilen bir eleştirmendir. 1921 Sergisi'ne katılan Nazmi Ziya Bey'in eserleri için şöyle diyor:
"Nazmi Bey, eserlerinde pek ciddidir ve sanatına hâkim ressamdır. Onun Üsküdar'da bir sabahı temsil eden tablosu cidden müstesnadır ve güzeldir. Öyle zannediyorum ki yalnız bu tablo bile, ressamı daima yaşatacak bir sevimliliğe maliktir."
1923 yılı Galatasaray Sergisi'nde bir suluboya peyzaj ve bir yaprak eseri kırmızı ev, sabah isimli yağlıboya tabloları büyük rağbet görmüştür.
Ressamlar Cemiyeti'nin 6 Ağustos 1923 tarihli kararından öğrenildiğine göre Galatasaray Sergisi'ne katılan Namık İsmail Cevat, Nazmi Ziya, Hüseyin Avni, Adil, Ahmet Ziya Beylerin tüm eserleri satılmış, Cemiyet bunlardan %10 hisse almıştır.
Nazmi Ziya Bey, Türk Ressamlar Cemiyeti yönetimine 1925 yılında katılmıştır. İsmail Çallı Başkan, Hasan Vecih Genel Sekreter, Şevket Bey Veznedarlık görevlerini üstlenmişlerdir. Üyeliklere Nazmi Ziya ile birlikte Feyhaman ve Hikmet Bey seçilmiştir.
Nazmi Ziya 1925 Sergisi'ne beş tablo ile katılmış, ayrıca Çemberlitaş'ta düzenlenen sergiye de suluboya eserleri vermiştir.
1926 Galatasaray Sergisi'ne altı tablo ile katılmış bulunuyor. Nazmi Ziya'nın bu sergideki eserleri büyük ilgi görmüştür. O dönemin tanınmış haftalık gazetelerinden "Resimli Gazete"de -ünlü edebiyat adamı- Müftüoğlu Ahmet Hikmet Bey yaptığı eleştiride bir Nazmi Ziya hayranıdır.
Özetle Ahmet Hikmet Bey şöyle söylüyor:
"... Nazmi Ziya Bey'in 'Sis'i beni sardı. Üsküdar'da Bülbülderesi'nde, bir Çınaraltı'nda tarihi bir türbe. Seması mavi ve mavi ince bir tüle bürünmüş bir türbe.. Bu türbenin üstünde ve çevresinde Azrail değil, Allah vardır. Ölüm değil. Cennet görünüyor. Bu bir mavi şiirdi. Türkün imanı, hülyası, vatanı bu mavi türbede, bu mavi çınarda, bu mavi havada buluşmuştur. Ressam Nazmi Ziya Bey'i:
- Siz bir büyük şairsiniz! Diyerek kutlamak istedim. O, tevazu dolu konuşmasıyla:
- Bir ressam olmayı isterdim. Karşılığını verdi.
Aslında o hem duygulu bir şair, hem ince bir ressamdı."
Nazmi Ziya, 1927'de 11. Galatasaray Sergisi'ne Haliç'ten bir manzara, bir portre, bir figure ve bir başka manzara ile katılmıştır. Bunların hepsi de müzelik eserlerdendi. 1928 yılında Ankara'daki 5. Resim Sergisi'nde Nazmi Ziya'nın (Limanda Sabah) adlı tablosu ülkemizi ziyaret eden Afgan Kralı tarafından beğenilerek satın alınmıştır. Nazmi Ziya Bey'in 1929 yılında 13. Galatasaray Sergisi'nde 10 eseri yer almıştır.
Aynı yıl "Güzel Sanatlar Birliği"nin Ankara'daki 7. Sergisi'ne altı eserle katılan ressamımız burada da Göksu'da Akşam, Fatih'te Sabah, Ağaçlık, Sebil, Çayır ve Ağaçlar adlı tablolarını sergilemiştir.
Nazmi Ziya 1937 yılının 11 Eylül'ünde kalp hastalığından dünyamızdan ayrıldı. Ne varki, o yıl mühim eserleriyle bir sergi hazırlığındaydı. Ölmeden bir gün evvel "Resim Sergisi Hakkında"ki makalesi 12 Eylül 1937 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlandı. Ancak bu yayını sanatkârımız göremedi. Ölümünden sonar çok duygulu yayınlar yapıldı. Bunların çoğu daha sonraki yayınlarda tekrarlandı. Nazmi Ziya'nın kısa bir tanıtımı, Türkiye'ye empresyonist akımı getirmesi ve doruğuna çıkarmasıdır. Bütün resimleri bu tekniğin şaheserlerindendir. Hemen hemen bütün eserleri her milletin müzelerinde yer alabilecek niteliktedir. Resim tarihlerimiz onu çok yerinde övgülerle tanımlamaktadırlar. Türk resim sanatının kutsal simalarından olarak belirtirler. En nankör şartlar içinde Türk resmini yaşatarak bugüne ulaştıran üstadlar arasında anarlar.
Ressam Pertex Boyar ve ünlü sanat tarihçimiz Celal Esat Arseven anılarında Nazmi Ziya'yı duygulu sözlerle tanımlarlar.
Celal Esad Arseven'in "Sanat ve Siyaset Hatıralarını" kitabında hocaları arasında en çok Nazmi Ziya'ya yer verilmiş bulunuyor:
"Benim en çok ziyaret ettiğim atölye. Nazmi Ziya merhumun atölyesiydi. Orada onunla beraber, saatlerce resim yapardık. Empresyonist tarzda memleketin en ileri gelen ressamlarından olan Nazmi Ziya resimlerini en sevdiğim bir ressamdı. İlk dersi ressam Ali Rıza Bey'den almış ve Paris'te Corot'nun atölyesinde çalışarak resmin bütün inceliğini anlamış ve onun sonuna erişilmez bir deniz olduğunu idrak etmişti. O, artık tabiattaki eşyanın şekil ve renginden ziyade, güneş ve ışığın her an değişen cilvelerini kavrayabilmek ve onu tespit ederek ebedileştirmek istiyordu.
Cezanne'ın dediği gibi: O, tabiatın en büyük hoca olduğu inancındaydı. Bundan dolayı, hep tabiatta çalışır fakat o manzarayı kendi ruhunun adesesinden geçirerek ona, herkesin göremediği sırları gösterirdi.
Resim hayatı benimkine çok benziyordu. O da gençliğinde Sanayi-i Nefise'ye girmek ve resim öğrenmek için babasının engeli ile karşılaşmıştı. Hatta Sanayi-i Nefise Mektebi'nde empresyonizme doğru gittiği için, hocası Vallery onunla epeyce alay etmiş ve onu bu yoldan çevirmeye çalışmıştı.
Bu engeller onun en kudretli bir empresyonist olmasına mani olamadı. Onunla çok anlaşıyor ve ekseriya birlikte çalışıyorduk. Onun beğendiği ressamlardan biri de Çallı İbrahim'di. O da ara sıra Nazmi Ziya'nın atölyesine geliyordu."
Ölümünün 7. yılında eserlerinden oluşan bir sergi, 11 Eylül 1943 günü Kadıköy Halkevi'nde açıldı. Bu sergi Salah Cimcöz, Bedri Rahmi ve Arif Kaptan'ın katkılarıyla oluşturulmuştu.
Nazmi Ziya, yazımızın başında belirttiğimiz gibi, ünlü bir soydan, Fatih'in hocası olan "Molla Gürani"den geliyordu. Kendisi, bu soyun son temsilcilerindendi. Bir yabancı hanımla evlenmiş, Cenan ve Mihriban adlı iki kızı dünyaya gelmişti.